Semihat KARADAĞLI Doğum gününde saygıyla... UĞUR'LAR OLSUN google.com, pub-2318409379925054, DIRECT, f08c47fec0942fa0
Yazı Detayı
22 Ağustos 2024 - Perşembe 10:10
 
Doğum gününde saygıyla... UĞUR'LAR OLSUN
Semihat KARADAĞLI
karadaglihukuk@gmail.com
 
 

Doğum gününde saygıyla...

UĞUR'LAR OLSUN

(22. Ağustos 1942- 24 Ocak 1993)

Cesur kalem, cesur insan ,sakıncalı piyade, Atatürk ilkelerinin, lâik, demokrat bir Türkiye'nin yılmaz savunucusu  Uğur Mumcu'yu doğum gününde saygıyla anıyoruz...

4 Ocak 1993 günü bundan tam 29 yıl önce, bir pazar sabahı, Türkiye bir patlamayla sarsıldı.

Cumhuriyet gazetesinde  “Gözlem” adlı köşesinde yıllarca kimsenin değinmeye çekindiği konulara değinen, bugün tartıştığımız pek çok konuyu  ilk kez dile ve gündeme getiren korkusuzca yazan hukukçu, araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu o gün arabasına konulan bir bombayla öldürüldü.

Şair Ali Çınar bu faili meçhul cinayet sonrasında yaşanan olayı dizelerinde şöyle anlatır:

Bir pazar sabahıydı

Ankara kar altında

Zemheri ayazıydı

Yaz güneşi koynunda

Ucuz can pazarıydı

Kalemim düştü kana

Zalimler pusudaydı

Bedenim paramparça

Uğur'lar olsun Uğur'lar olsun

Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun

Bir keskin kalem bir kırık gözlük

Yürekli yiğitlere hatıran olsun

Çevirdim anahtarı

Apansız bir ölüme

Şarapnel parçaları

Saplandı ciğerime

Ucuz can pazarıydı

Kan doldu gözlerime

İsimsiz korkuları

Katmadım yüreğime

Bembeyaz doğruları

Yaşadım ölümüne

Uğur'lar olsun Uğur'lar olsun

Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun

Bir keskin kalem bir kırık gözlük

Yürekli yiğitlere hatıran olsun”

diyerek dizelerinde birçok şair ve yazar ve aydının üzüntüyle uğurladığı gibi şiirlerinde ölümsüzlüğe uğurlamıştır.

*

Karlı bir günde sokağı kana bulayan  bomba, sadece ailesini değil, bütün bir ülkeyi yasa boğmuştu.

Peki Kimdir Uğur Mumcu neden öldürüldü?

Uğur Mumcu, köken olarak Ankaralı olmasına karşın dedesi Etem Pekzimetçioğlu ve babasının görevi nedeniyle 22 Ağustos 1942'de Kırşehir'de dünyaya gelmiştir. Babası Ankara'ya atanınca, Balık pazarındaki Devrim ilkokulunda başladığı ilköğrenimini Bahçelievler’deki Ulubatlı Hasan ilkokulunda tamamladı. Cumhuriyet Ortaokulu ve Deneme Lisesini bitirdikten sonra (1961), Ankara Hukuk Fakültesine girdi.

Öğrencilik yıllarından itibaren  çok okuyan, araştıran ve sorgulayan Uğur Mumcu 1965 yılında Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra ince kısa süre avukatlık yaptı. Dil öğrenmek için İngiltere'ye gitti. Dönüşünde Hukuk Fakültesi İdari Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın asistanı oldu.

Askerlik dönüşü üniversiteden ayrıldı ve gazeteciliğe başladı. Yön, Kim, Ant, Devrim, Türk Solu, Ortam, Akşam, Milliyet ve Yeni Ortam'dan sonra uzun süre Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazılarında   Ülkedeki yolsuzluk ve bozukluklarını araştırıp sorgulayan, ülkenin gündemine dair yazılar yazdı.  Atatürk ilkelerinin, lâik, demokrat bir Türkiye'nin yılmaz savunucusu iken, 24 Ocak 1993 pazar günü otomobiline konan bir bomba ile öldürüldü.

*

Peki ne demişti Uğur Mumcu yazılarında neden öldürülmüştü?

Neler dememişti ki...

Şöyle bir yazılarına göz atalım isterseniz.

“Terör odaklarını ortaya çıkarmak devletin görevidir. Yurttaşların can güvenliklerini korumak devletin görevidir. Devletin saygınlığını korumak, yine devletin görevidir. “

“Bir ulus, ne kadar okuma-yazma, öğrenme, araştırma eğilimde ise, o kadar sağlam, o kadar hoşgörülü ve demokrat yapıda olur. “

*

O bir sakıncalı Piyade idi. Yazdıkları ile hayatın zorluklarında insanları güldürdü. Hatta Aziz Nesin onun kitabı hakkında:

"Ellerin dert görmesin Uğur Mumcu!

Sakıncalı Piyade'yi yazdığın için,

Eline sağlık, ağzına sağlık, canına sağlık.

Kendi yazdıklarıma gülemem.

Ama senin yazdıklarını gülerek okudum.

'Acı acı gülmek' deyimi vardır ya,

İşte öyle acı acı güldüm." demiştir.

*

Sakıncalı piyadedir o. Neler yaşamamıştır ki

İşte onlardan biri:

“Ağrı askeri hastanesi doktorları, benim mide ülserim dolaysıyla, ikiye ayrılmışlar. Sonunda, Ankara Gülhane Tıp Akademisi Hastanesi’ne yollanmam için karar çıktı.

Ankara’ya geldiğimde doktorlar, beni önce, astsubay hastalarının yattığı koğuşa aldılar. Sonra da bir general odasına. Patnos’ta er, Ankara’da general... Gel keyfim gel!

General odasına yattığım gecenin sabahı, odayı temizlemek için bir hademe kapıyı açtı. Baktı ki içeride pijamalar içerisinde, saçları kesik, gözlüklü bir adam oturuyor. Alışkanlıktan olacak:

- Paşam girebilir miyim?... deyince beni gülmek aldı. Paşaya bak paşaya!

Hademe, sonra garip garip bakmaya başladı. Paşa desen, paşa değil; er desen, paşa odasında pijama ile ne arıyor. Sordu:

-Paşam rahatsızlığınız ne?

Ne deyim; kesik saçlarımı düşünüp hademeyi yanıtladım,

Saçkıran, saçkıran…

Saçlarımı onun için kestiler…”

*

Yazılarında bizi acı acı güldürmüş ve düşündürmüştür.

“Gözaltına alındıktan sonra da arandığım ve teslim olmam gerektiği günlerce radyo ve televizyonda ilân edilmez mi? Ben Yıldırım Bölge Cezaevinde radyo dinlerken, arandığımı ve teslim olmazsam, silâh kullanılacağını dinler dinler gülerdim…”

*

Kulaktan dolma bilgilerle ve kahve dedikoduları ile düşünmeye alıştırılan toplum yavaş yavaş içinden çürür. Ne acı bir yoldayız.

Herkes ölür ama herkes yaşamaz. İşte yazdıkları ile ölümsüzlüğe adı yazılmıştır Uğur Mumcu’nun.

“Yirminci yüzyılda uygarca direnişin adıdır “medeni cesaret.” Bu konuda çok zengin değil toplumumuz. Bir kaplumbağa gibi yaşamayı, bir "sürüngen" gibi beslenmeyi, bir “yılan” gibi yükseklere tırmanmayı hüner saymışız yıllarca. Sorumluluk pınarlarından, bilinç çeşmelerinden gürül gürül akan kişilikleri, köhneleşmiş yasaların kıskacı altında yaşatmayı tek çıkar yol bilmişiz yıllarca.”

*

“Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Bu bilinci paylaşmak ve bu sorumluluğu yerleştirmek zorundayız.

“Uygarca paylaşılan sorumluluk bilinci, özgürlüğün de demokrasinin de tek güvencesidir. Bu güvence sağlanmadıkça, demokrasinin temeline bir tek taş bile konmuş olamaz. “

Unutmayalım ki “cesur bir kez, korkak bin kez ölür.”

“Önemli olan, insanın böyle bir toplumda bir “mezar taşı” gibi suskunluk simgesi olmamasıdır. “

"Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar."

“Kürt’ü Türk’e; Türk’ü Kürde’; Ermeni’yi Türk’e; Türk’ü Ermeni’ye; Alevi’yi Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye düşman eden, emperyalizm ve emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarıdır. “

“Geçmişi yeniden yaşamak istemiyorsak, bu geçmişi, çok iyi tanımak ve değerlendirmek zorundayız. “

*

“Sanat toplumu değiştirmek için bir araçtır. Bu aracı, amaca ve ereğe göre kullananı desteklemek, ona güç katmaktır bizim görevimiz. Emekçi halkın yaşamını, hak arama özgürlüğünü, burjuva toplumunun türlü ilişkilerini ortaya koyarak bunların çözüm yollarını göstermektir... “

“Evet garip bir ülkedir Türkiye. Milli çıkarları savunanlar komünist ve dinsiz, yabancı Hristiyan şirketlerini savunanlar milliyetçi ve Müslüman. Her yurttaşın toprak sahibi olmasını isteyenler mülkiyet düşmanı, uçsuz bucaksız toprakları ağalara verenler mülkiyetçi. Yabancı şirketlere milyonlar kazandıranlar özel girişimci, milli sanayinin kurulmasını isteyenler özel teşebbüs düşmanı. Milli kahramanlar korkak, hain, Amerikan firması müttehitleri vatansever... “

"Olmuş bir kere" zihniyetinden, "aman yüce makamları yıpratmayalım" pısırıklığından, "büyüklerimiz bilir" kolaycılığından ya da adamsendeciliğinden, "böyle gelmiş böyle gider" kaderciliğinden, söyler misiniz, ne zaman kurtulabileceğiz? “

O yiğit insanın ardından birçok şair yazar gazeteci aydın insan isyanlarını, acılarını yazıya, şiire dökmüştü.

Değerli şair Ataol Behramoğlu “Uğur’a Ağıt Değil Övgü” isimli  şiirinde acıyla isyan ediyordu.

Günümüzde insan olmanın

Çok ağır bedeli var

Ya parçası olacaksın alçaklığın

Ya seni parçalarlar

Oysa insan olmak

Çoğalabilmektir başkalarıyla

İnsansın, birinin canı yanarken

Senin de canın yanıyorsa

Bir bombayla canına kıyılan

Çoğalmasını bilen biriydi

Daha az Uğur Mumcu'yduk dün

Daha çok Uğur Mumcu'yuz şimdi

*

Gazeteci Bekir Coşkun Uğur Mumcu’yu  anma yazısında şöyle der

“O yiğit insanı anmak istiyorsan...

Kalk artık...

Adım at...

Silkelen...

Kıpırda...

Anmaya yüzün olsun...

Yoksa...

Her anma günü, o biraz daha ölür...

Bir de sen vurma...

*

“Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım unutma bizi...”

(…)

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi.,

Hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi,

Unutma bizi,

Unutma bizi...

*

Evet en çok yarınlarımız olan çocuklar için direnmek gerekiyordu. Nihat Behram bir şiirinde şöyle diyordu

(…)

“Neden savaşıp birbirini öldürüyor insanlar

Toplanıp birlikte oynamak varken?” diye söylendi çocuk.

“Oyun karın doyurmaz, dersine çalış!” Diye azarladılar.

Düşünde oynarken gördü

Dünyanın bütün çocuklarını;

Mutluydu uyandığında.”

*

İşte bazen O koca yürekli kalemin bile ne yazacağını bilemediği anlar olmuştur. İşte Cumhuriyet Gazetesinde 5.12.1981 tarihinde yazdığı "Kır Çiçekleri" isimli yazısında şöyle anlatır:

"Bugün daktilomun başında yıllardan beri ilk kez, ne yazacağımı düşünerek dakikalarca durdum. Elim bir türlü tuşlara varmadı.

- Ne yazayım bugün?

İnsan, içindeki sıkıntılarla boğuştu mu sözcükler, bir dönme dolap gibi beyninizde döner durur. Öyle ki, sözcükleri beyninizden, yüreğinizden ve dilinizden çekip, daktilo şeridine vuramaz, ak kâğıt üzerine siyah harfleri, siyah sözcükleri dizemez, noktaları, virgülleri koyamazsınız...

Çünkü, sözcüklerin kendi dünyaları vardır; bu dünyalar, güneş çevresinde dönen küreler gibi beynimizde, vicdanımızda, yüreğimizde döner dururlar...

Sözcükler, gün olur, uzanamadığımız yıldızlar kadar uzak, gün olur, hoyratça ezip, geçtiğimiz kır çiçekleri gibi, bizlere yakın olurlar. Ve biz çoğu kez bu uzaklığı da, bu yakınlığı da ölçüp biçemeyiz.

Ve sözcükler, yüreklerimizde, vicdanlarımızda, beyinlerimizde ve de atar damarlarımızda döner, dururlar...

Bugün hiç yazı yazmasam diyorum, gitsem bir dağ başına, gitsem, kır çiçekleri toplasam, bunları bir demet yapsam; desem ki, bu çiçeğin adı, "Erdem", bunun "Onur", bunun "İnanç"...

- Ne yazayım bugün?

Çevrenize şöyle bir bakın; bir bakın akıp geçen olaylara, bir bakın tanık olduğunuz ya da duyduğunuz olaylara bakın. Kimi zaman, onur çiçekleri ile inanç çiçekleri ile bezenmiş insanlarla karşılaşırsınız. Kimi zaman da binbir yalanın belini bükmüş, yolsuzlukların saçaklarına tutunup sirk cambazları gibi sıçrayıp

Ve hep onlar kazanmış; hep onlar günlerini gün etmiş. Para mı? Onlarda... Pul mu? Onlarda... Hep, bir elleri balda, bir elleri yağda, öyle yaşamışlar. Kaplumbağa gibi, binbir yalanın sığdığı başlarını gerekince kalın kabuklarının içine çekerek, yılan gibi kıvrılarak, bukalemun gibi kondukları, yerleştikleri yere uyarak yaşamışlardır.

- Ne yazsam bugün?

Eski dosyaları mı çıkarsam? Hayır çıkarmayacağım!.. Geçmiş olaylarından vicdan muhasebelerine sayfalar mı açsam? Hayır, açmayacağım! Düne, önceki güne, daha öncesine mi uzansam? Hayır uzanmayacağım!...

- Ne yazsam bugün?

Canım bir dağ başında kır çiçekleri toplamak istiyor. Kıbrıs'tan kopup gelen ılık güney rüzgârları ile Ege'nin güneşli sabahlarından kaçamak gelen ışıklarla, ülkemin dört bir yanından toplayacağım kır çiçeklerini bir vazoya yerleştirip, "işte" desem, işte yıllarca yazmak isteyip de yazamadığım bunlar, işte bunlar.

Çiçekler yan yana, çiçekler aynı topraktan gelme ve aynı suyun içinde; biri "İnanç", biri "Erdem", biri "Onur"...

- Bugün ne yazsam ne yazsam acaba?

Daktilomun başında yıllardan beri ilk kez yazacağım yazının soru işaretine takılıp dakikalarca düşünüp duruyorum. Sözcükleri, daktilonun tuşlarından kara şeride bir türlü çarpamıyorum. Yanıma oğlum "Özgür" geliyor. "Ne düşünüyorsun baba?" diyor. Sonra ekliyor:

- Beni yaz baba, beni yaz, benim adımı yaz baba, benim adımı yaz, benden söz et baba, benden söz et...

Duruyorum, düşünüyorum, düşünüyorum, yine düşünüyorum...

Bir dağ başına gitsem, kır çiçekleri toplasam ve sonra, evet ve sonra... ve... ve... ve...

- Bugün ne yazsam?"

*

Ve o Yazmayı hiç bırakmadı

Yazdı yazdı yazdı ta ki kalemi kırılana kadar

***

Cesur kalemler sanatla özgürlük ve insanlık için yazmaya devam ediyorlar.

 İşte Ahmet Telli

Ve serüvenciler düşer bu yollara ancak

(…)

Onlar ki dünyanın son umudu

Soyları tükenen birer çılgındırlar

Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında

Ölümle alay ederler sanki

(…)

Vurulup düşseler de her kuşatmada

Serüvencidir onlar ve hiç ölmezler

Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa

Bulurlar heder olmanın bir yolunu

Onlar ki bu dünyada

Kahraman olmaya mahkumdurlar

Sislenen anılar kaldı bize onlardan

Renkleri bozulup duran solgun anılar

(…)

O serüvenlerin günlüğü tutulmadı

Yazılmadı o insanların destan şiiri

Parça parça ettirilseler bir kartala

(Ki sanırım böyle oldu sonları)

Fışkırır yüreklerinden

Başarısız ihtilallerin yangınları

Evet bu ülkede ihtilaller kadar özgürlükleri yok eden geri götüren olaylar olmamıştır.

Perikles savaşta ölen yurttaşları için düzenlenen törende kendisine verilen konuşma görevinde ölenlerin ardından ağıt yakmak yerine uğrunda can verdikleri devletin demokrasisini anlatmayı yeğlemiştir. Bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önceki o söylevde söyledikleri çağımız insanlığı için bile özlü bir demokrasi dersidir.

"Özgürlük, onu savunma cesaretini taşıyanların hakkıdır."

*

İnsanlar doğuyor ölüyor. Ancak gerçek sanatçılar, insanlık için mücadele eden kalemler geride güzel izler bırakarak gidiyorlar sonsuzluğa.

Koca şair, usta kalem Nazım Hikmet’e saygıyla

Onlar ki toprakta karınca,

suda balık,

havada kuş kadar

çokturlar;

korkak,

cesur,

cahil

hakim

ve çocukturlar

ve kahreden

yaratan ki onlardır,

destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

*

Vatan neresidir diye sorarsanız “Anadolu” nun her karış toprağı vatandır.

O bir yurtsever, bir devrimci, bir Atatürkçü idi. Bir Anadolu sevdalısı, Atatürk ilkelerinin savunucusu. İnsanların eşitliği özgürlüğü üzerine yazmıştır yıllarca.

"Atatürkçülük, 'yük olur' diye bırakıp gereğinde taşınan bir 'emanetçi bavulu' değildir.

Evet, bağımsızlık...

İlle de bağımsızlık...

“Ben Atatürkçüyüm….

Ben, cumhuriyetçiyim…

Ben lâikim…

Ben antiemperyalistim…

Ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım…

Ben insan hakları savunucuyum…

Ben, terörün karşısındayım…

Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım.

Öyleyse vurun, parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır.”

***

O Cesur kalem karamsarlığa karanlığa teslim olmadan yıllarca yazdı.

*

Ahmed Arif'in dizelerinde dediği gibi 

"Seni, anlatabilmek seni.

İyi çocuklara, kahramanlara.

Seni anlatabilmek seni,

Namussuza, halden bilmeze,

Kahpe yalana."

*

Ressam; yazar ve şair olan Bedri Rahmi Eyüboğlu yurt dışında olduğu sırada Bursa Cezaevi’nde tutuklu olan ve açlık grevi yapan yakın arkadaşı Nazım Hikmet’e ithafen “Zindanı Taştan Oyarlar” şiirini kalem almıştır.

"Bursa'nın ufak tefek yolları

Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri

Tepeden tırnağa şiir gülleri

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor."

Şiirde “Bursa’nın” kısmı daha sonra “Şu sılanın” olarak değiştirilmiştir.

12 Eylül 1980 darbesi sonrası İsveç’te sürgünde olan değerli sanatçı Zülfü Livaneli bu şiiri bestelemiştir.  Mehmet Ali Ağca davasını takip etmek üzere Avrupa’da bulunan Uğur Mumcu, bu sırada İsveç’e Zülfü Livaneli’yı ziyarete gelmiştir. Livaneli bu olayı şöyle anlatır. “Uğur Mumcu besteyi dinleyince ağlamaya başladı. Ben de niçin ağlıyorsun Uğur deyince, Uğur :"Bu beste bütün devrim şehitlerinin ağıdı olmuş.' Maalesef bu beste Uğur Mumcu'yu, 10 yıl sonra Ankara'da hayatını kaybetmesinin ardından, 200 bin kişi ile 'Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor' şarkı sözleriyle uğurladı. Yiğidim aslanım burada yatıyor. Gönüllerimizde yatıyor."

Yiğidim Aslanım

Şu sılanın ufak tefek yolları

Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri

Tepeden tırnağa şiir gülleri

Yiğidim aslanım burda yatıyor

Bugün efkârlıyım açmasın güller

Yiğidimden kara haber verirler

Demirden döşeği taştan sedirler

Yiğidim aslanım burda yatıyor

Ne bir haram yedin ne cana kıydın

Ekmek kadar temiz su gibi aydın

Hiç kimse duymadan hükümler giydin

Yiğidim aslanım burda yatıyor

Her dönemde karanlıkları aydınlatan bir ışık olacaktır.

Mücadelemiz değerli şair Adnan Yücel’in dediği gibi “Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek “devam edecektir.

"Bin kez budadılar körpe dallarımızı

Bin kez kırdılar.

Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz

Bin kez korkuya boğdular zamanı

Bin kez ölümlediler

Yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.

Bitmedi daha sürüyor o kavga

Ve sürecek

Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

Ülkemizin faili meçhul cinayetlerinde yitirdiğimiz tüm aydınlarımızın anısına saygıyla..

Semihat Karadağlı 23.01.2021

Yararlanılan Kaynaklar:

1)- Sakıncalı Piyade/Uğur Mumcu

2)- Uğur Mumcu/ Cumhuriyet gazetesi köşe yazıları.

3)- https://www.yeniasir.com.tr/.10/21/zindani-tastan-oyarlar

4)- https://www.haberler.com/yigidim-aslanim-burda-yatiyor.

5)-wikipedia

6)- Ahmet Telli /Su Çürüdü/

7)- Adnan Yücel/ Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek

8)- http://www.ataolbehramoglu.com.tr/html/siir-84.htm

9)- Nazım Hikmet /Kuvayi Milliye Destanı

10)- Ahmed Arif/Hasretinden Prangalar Eskittim

 

 

 
Etiketler: Doğum, gününde, saygıyla..., , UĞUR'LAR, OLSUN,
Yorumlar
Haber Yazılımı