Sonsuz sevgi ve saygı ile
1881- 1938…
Bir ülkeyi emperyalist devletlerinin işgalinden kurtaran bir ülkeyi yoktan var eden Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e sonsuz sevgi ve saygı ile...
Turgut Özakman “Şu Çılgın Türkler” isimli kitabında yoktan var olmayı şöyle anlatır.:
“Arkadaşlarıyla birlikte 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında generaldi Mustafa Kemal. Sonra üniformasını çıkardı. Yıllardır savaşan, gencecik evlatlarını şehit veren, yorgun, bitkin, yılgın ve ümitsiz, ama sonsuz dirençli insanların yaşadığı topraklarda, Anadolu topraklarında, kimsenin kolay kolay göze alamayacağı bir kalkışmayı başlattı. Tek güvencesi, çöken imparatorluğun tüm kahrını çekmesine karşılık, pek de kıymeti bilinmeyen Anadolu insanıydı. Bandırma Vapuru’ndan Samsun’a ayak basan ilk 18 kişiyle başlayan tam bağımsız Anadolu hareketine, zaman içinde tüm Anadolu halkı katıldı.
Genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle ve yorgunluklarını, yılgınlıklarını, bıkkınlıklarını, ümitsizlerini artlarında bırakarak kavgaya girdiler. Aslında onlar yendi, onlar yenildi. Çok sözler edildi onlara dair ve onlar için, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur denildi. Mustafa Kemal, Samsun’a gitmeden önce, Bekir Ağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan Fethi Bey’i görmeye gittiğinde, “Ne biz bu durumda kalacağız, ne de ülkeyi bu durumda bırakacağız.” derken, işte bu zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlara güvenmişti. Anadolu’nun bağımsızlığı kavgasına girenlerden bazılarının yolları, sonraki yıllarda Mustafa Kemal’le ayrılmış bile olsa, onlar Çılgın Türkler’di.
Çılgın olmasalar, boyunlarında idam fermanı varken, hangi akla hizmet bir ulusun kurtuluş kavgasını başlatabilirlerdi?”
CUMHURİYETİN DEVRALDIĞI MİRAS:
13 milyon nüfus, ilkel bir tarım, sıfıra yakın sanayi, madenlerin çoğu, limanlar ve var olan demiryolları yabancı şirketlerin yönetiminde.
153 ortaokul ve lise, sadece 1 üniversite var.
Halkın sadece 7 'si okur-yazar, bu oran kadınlarda 1 bile değil. Ortaokullarda 543, liselerde sadece 230 kız öğrenci okuyor.
Ekonomik bakımdan yarı sömürge. Kişi başına gelir 4 lira, kişi başına ortalama kamu harcaması 50 krş.
Altyapı her alanda yetersiz. Bilim hayatı ve düşüncesi yok sayılacak düzeyde. Anadolu araştırmayan, nakilci ve yetersiz medreselerin elinde. Her yanında tarikatlar, tekkeler ve dergahlar. Yasalar çağın gereklerinin gerisinde. Kadınların ilke olarak toplumsal hayatları ve hiçbir hakları yok. Kadınlarında bir gün erkekler gibi doktor, mühendis, belediye başkanı, avukat, milletvekili, bakan olabileceklerini hayal etmek bile zor.
Ne seçme hakları bulunuyor ne seçilme.
Kısacası vatandaş sayılmıyorlar.
Ülke neredeyse bütünüyle pek çok alanda ortaçağı yaşıyor.
Yeni kurulan Cumhuriyet yokluklar içinde mücadele etmiştir. Kendisini övenlere : Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, Onları Söyleyin! (Afetinan, Atatürk’ün BUM., s. 37) diyerek mücadeleye devam etmiştir.
Ülkenin kalkınması eğitim ve öğretime önem vermiştir. Yine harf devrimi ile okuma ve yazma oranın artırılmasını hedeflemiştir.
Kitap okuma sevgisi
Atatürk, kitap okumayı, araştırma yapmayı, fikir ve düşüncelerini insanlarla paylaşmayı seven bir liderdi. O’nun, henüz okul çağlarında başlayan kitap okuma alışkanlığı, savaş zamanında bile devam etmiş, cumhuriyet yıllarında ise daha da artmıştır.
Cumhuriyet döneminde büyük bir kütüphaneye sahip olan Atatürk, okumuş olduğu yerli ve yabancı birçok eser sayesinde geniş bir kültüre de sahipti.
Büyük Önder Atatürk’ün hizmetinde bulunanlardan Cemal Granada anlatıyor:
“Bir gün Atatürk, tarihle ilgili bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü yurt sorunu dururken devlet başkanının kendini kitaba vermesi Vasıf Çınar’ın biraz canını sıkmış olmalı ki Atatürk’e şöyle dediğini duydum:
- Paşam! Tarihle uğraşıp kafanı yorma… 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın?
Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu içten yakınmasına gülümseyerek şöyle karşılık verdi:
- Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım...”
Sanat ve sanatçıya verdiği değer
Muhsin Ertuğrul “Benden Sonra Tufan Olmasın” adlı anı kitabında:
“O günlerde (1927) gittikçe azalıyorduk. Kısa sürede iki yüz hevesliden belki yirmiye inmiştik. Arkadaşların çoğu tiyatrodan çekiliyor; kimi milletvekili, kimi avukat kimi doktor oluyordu. Sanatın ağır yükü; geçimin katı ve kuru kaynağı sanatçıların ömürlerini törpülüyordu. Çoğumuz hastalanıyor, devrili devriliveriyordu.
İşin kötüsü bizden sonraki kuşak tiyatroya aşırı istek duymuyordu. Bütün bunlar bizi kara kara düşündürüyordu: Ne yapsak da tiyatronun kaynağını kurutmasak, yeni yeni sanatçılar üretsek diye.
Bu amaçla beşi kadın on beş erkek Tepebaşı salaşına sığındık. Gece gündüz demeksizin maden işçileri gibi aylarca gün ışığı görmeden ciğerlerimize temiz hava çekmeden günde on altı saat çalıştık. (…)
Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin gösterilere gelmesi bizim için en büyük armağan oluyordu.(…)
‘Benim ta ataşemiliterlik çağımdan beri memleketimizde görmeyi candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz. Şimdi ben Devlet Reisi olarak size soruyorum:
Hükümetten ne gibi yardım istersiniz?’
O anda Gazi Hazretleri’nin engin gözlerine baktığım zaman, ülkenin olduğu kadar tiyatronun da ileri günlerini düşündüm. Geçmişin değil geleceğin önemini anımsadım.
‘Bir tiyatro mektebi istiyorum Paşam’ diyebildim.
Gazi Hazretleri vaktin geç olmasına karşın hemen Başbakan İsmet (İnönü) Paşa’ya haber göndertti ve çağırttı.
‘Paşam sizi rahatsız ettim, fakat mühim bir hususu size arz etmek istiyoruz’ diye beni tanıştırdı.
Bana da ‘Haydi, isteğinizi Paşa’ya tekrarlayın’ buyurdular.
‘Bir tiyatro mektebi istiyoruz Paşam’ dedim.
O akşam Gazi Hazretleri genç Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen bütün önde gelenlerinin ortasında, Türk tiyatro sanatçıları için cömertçe dağıttıkları bin bir iltifattan sonra, söyledikleri sözleri şöyle bitirmişlerdi:
‘Efendiler! Hepiniz me’bus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz fakat sanatkâr olamazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.’ ”
Büyüklük odur ki...
Arkadaşlar, size bu hikâyeyi bugünkü duygumla, bugünkü tecrübemle söylemiyorum. ―Yonyo’nun hususi odasındaki müşahedemin bana ilham ettiği fikir bu idi.
–Bir gün Cemal Bey Selanik gazetelerinden birine imzasız bir başmakale yazmış, beraber çalıştığımız daireden çıkıp tramvaya binmiş, Olimpos‘a gidiyorduk. Cemal Bey‘in elinde o gazete vardı, bana uzatıp dedi ki:
–Bu baş makaleyi okudunuz mu?
–Hayır.
–Oku... dedi.
Okudum. —Nasıl? diye sordu.
–Alelade bir gazetenin alelade bir yazısı dedim.
–Amma yaptın ha, bunu ben yazdım.
Cevap verdim: ―Affedersiniz, bilmiyordum, yazmamış olmanızı temenni ederdim. Ve ilâve ettim: ―Cemal Bey, şu ve bu tarzda siz birtakım kuş beyinli kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz, bunun hiçbir kıymeti ve ehemmiyeti yoktur. Siz içinde bulunduğunuz vaziyeti mütalâa ediniz. Ve evvelâ kabul ediniz ki, biraz feragat sahibi olmak lâzımdır. Eğer günün bunun teveccühünden kuvvet almaya tenezzül ederseniz, halinizi bilmem, fakat atiniz çürük olur. Çünkü bizim henüz hakikatle hiç temasa gelmemiş vâsi muhitlerimiz vardır; bu muhitlerde henüz acemkârî hayalât ile meşbu olanlar çoktur. Büyüklük odur ki hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakikî mefkure neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin, herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda mukavemetsiz olacaksın, önüne namütenahi manialar yığacaklardır, kendini büyük değil, küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telâkki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine kani olarak bu maniaları aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.” (Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu - Atatürk Araştırma Merkezi)
KADIN HAKLARI ve EĞİTİM
Türk kadını dünyada bir çok kadından önce seçme ve seçilme hakkı kazanmıştır.
İlerlemenin her alanda yapılması gerektiğini, eğitim ve öğretimin ve kadınların toplumda yer almasının önemini anlatır. “Dünya hızla gelişirken, biz yerimizde sayamayız. Yoksa geleceğin akıllı nesilleri bizi affetmez.”
Öğretmenler!
Ordularımızın kazandığı zafer, sadece eğitim ordusunun zaferi için zemin hazırlamıştır. Gerçek zaferi, cahilliği yenerek siz kazanacak, siz koruyacaksınız. Çocuklarımızı ve geleceğimizi ellerinize teslim ediyoruz. Çünkü aklınıza ve vicdanınıza güveniyoruz!"
1921 yılında yapılan öğretmenler toplantısında kadın öğretmenlerin ayrı yere oturtulmuştur. Bunu gören Mustafa Kemal Atatürk sesini herkesin duyacağı kadar yükseltip:
"Kongreye hanım öğretmenlerimizi çağırdığınız için sizi kutlarım. Ama hanımefendileri niye böyle ayrı oturttunuz? Sizin kendinize mi güveniniz yok, yoksa Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha böyle bir ilkellik görmeyeceğimi ümit ederim." Şeklinde tepkisini gösterir.
Kurtuluş savaşında kadınların mücadelesini ise “Dünyanın hiçbir kadını, 'Ben vatanımı kurtarmak için Türk kadınından daha fazla çalıştım' diyemez..” diye anlatır.
Ülke işgal altında iken bu işgale direnen hayatını ortaya koyan ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıkları buraya sığmayacak kadar çok. Bir ağacın kesilmesini önlemek için köşkü yerinden taşımayı göze alacak kadar doğa sevgisine sahip bir önder.
Kasım
Yaprakları
Sarıdan kızıla boyayıp
Yaramaz bir düşbaz gibi
Rüzgarın uğuldayan sesinde
Konfeti gibi kaldırımlara döküp
Kışa hazırlık yaptığın söyleniyor.
Oysa daha büyük bir hazanın kapısını açmıştın
Koca bir tarihi yaratan bir devi
Büyük bir kurtarıcıyı
Hayat dalından koparıp
10 Kasım 1938’de
Sonsuz sevgi ve saygı ile
Yüreğimize gömüp
Tarihin unutulmayacaklar defterine
Tükenmez kalemle
yazmıştın.
Sonsuz sevgi ve saygı ile …
Semihat Karadağlı
|